sitene türk bayrağı 
www.siirlerinefendisi.tr.gg
   
  KALP GÖZÜ
  RUH VE BEDEN
 

 

Beden Ruh ve Ruhun Dünya İle Olan İlşkisi

Ruh Dünyaya geri dönermi ? Bir çoklarımızın sorduğu ancak cevabını tam olarak veremediği sorulardan biri .Ruhlarla görüşmek ,konuşmak veya onlardan bilgi edinmek mümkün mü ?
İslami açıdan bakıldığında Ruh çok önemli bir mevzudur .

Kurana göre İnsanın dünyadaki hayatı son bulduğunda Ruhununda bedeni ile olan ilişkisi kesilir .Bir anlamda Bedenin vazgeçilmezi Ruhtur diyebiliriz ancak Ruhun vazgeçilmezi beden değildir.

İnsan hayatta iken bedenle ruhu şöyle ilişkilendire biliriz. Bir kafes ve bir kuş düşünün ,Kafesi beden ,Ruhu da kuş olarak kabul edin .İnsanın dünyadaki hayatı boyunca bu kuş ile kafes asla ayrılamazlar .Gören ,Duyan, anlayan ve ya Düşünen Kafes değil kısaca içindeki Kuştur,veya bir bilgisayar düşünün Klavye,Mouse,ekran ve devreler beden , içerisindeki Program ise Ruhudur .Program olmazsa Bilgisayar bir hiçtir .Kuş olmazsa Kafesin bir hiç olduğu gibi .İşte bu örneklerdeki gibi Ruh olmaz ise beden hiç bir işe yaramaz .Kuş kafesten uçar giderse kuş yok olmaz ,özgür kalır ve varlığını yine sürdürür ,sadece kafesteki sınırlı ve dar mekandan daha geniş ve engin bir mekana çıkmış olur ama kafes artık bir işe yaramaz kuş artık kafese dönmeyi ve sınırlı hayata devam etmeyi asla dilemez.Eğer kafesin dışı ateşten bir kor değil ise.İşte İnsanın ölümü de bunun gibidir Allahın bize verdiği mühlet içerisinde Kafeste kalacağız ve mühlet bittiğinde kafesten çıkıp ona döneceğiz .

Kısaca dünya hayatı için Ruh ve Beden ayrılmaz bir parçadır ancak beden ruhun dunya hayatı için sadece ve sadece bir aracıdır bir aletidir .

Dünya ruh için bir imtihan yeridir.Allah insanı amaçsız ve gayesiz olarak yaratmamıştır .
Kuranda Mü’minun Suresinde 115-Yoksa siz, Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Diye hitap eder insanlara..Dünyaya geliş amacımız ve yaradılışımızdaki amaç da yine kuran da ki bazı ayetlerde açık ve seçik belirtilmiştir ,Örneğin Allah Zariyat suresi 56 da-“Ben cinleri ve insanlan ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”der .Mülk suresi 2.Ayette ise -O ki, ölümü ve hayatı yarattı, sizi imtihana çekip hanginizin davranış bakımından daha güzel olduğunu bildirmek için. O öyle güçlü, bağışlayandır.

Evet başlangıcı ve bitişi yaratan kısaca zamanı yaratan Allah insana ortalama 70-80 yıllık bir ömür vermiş ve insanları dünya hayatı ile imtihan etmektedir .

İnsanın ilk işi ne için yaratıldığını , dünyada ne amaçla bulunduğunu kendisine sorması gerektiğidir .Hz.Muhammet bir hadisinde “Soru İlmin Yarısıdır”der. İnsanın görevi bu itibarla çok önemli ama mühleti çok kısadır ,bir dostumuza gidip misafir olduğumuz süre kadar kısadır .Ancak bu kısa zaman içerisinde ne yaparsa işte o yaptıkları ebedi hayatta ruhunun refahı ve ferahını sağlayacaktır .

Her nefs ölümü tadacaktır .yani ölmeyecek dir .Hz.Muhammet bir hadisinde “kişi ölmez ölümü tadar” der bu çok düşündürücü bir cümledir .Yani ruh hayatına devam edecektir ama başka bir alemde .
Peygambere Müminlerin hangisi en akıllıdır diye sorulduğunda Peygamberin cevabı Ölümü en çok hatırlayıp da en iyi şekilde hazırlanan en şuurlu ve akıllı kimsedir ditye cavp vermiştir .
Dünya hayatının bitişi Ölümle noktalanacaktır ve her insan bir gün ölecektir .

Ölüm bir son değildir sadece bir bitiştir Tabir ruh ile bedenin ilişkisinin bitişidir,.ancak başka bir hayatında başlangıcıdır .Sonsuz olan hayatın başlangıcı .Neden sonsuz diyorum ,çünki zamandan bağımsız ve zamanın olmadığı bir hayat sonsuz bir hayattır.Yaşadığınız dünyada Zaman kavramının olmadığını düşünün ,bunun adı sonsuzluktur ve bir bakıma İnsanın ölümü Ruhun zaman ile ilgili bağlarını koparmasıdır sadece.

Bedenle Ruh ayrıldıktan sonra peki ne olur .Kurana göre bedeninden ayrılan ruhlar berzah aleminde toplanırlar .Ölümden sonra Allah kuranda Kendisine inananlarla inanmayanları net bir çizgi ile ayırmıştır .Tabi Ölümün tadılması ile başlayan Berzah alemi de biraz teferruatlıdır .Kabir Hayatı , Kabir alemi ile olan hayat ve Berzah Alemi hayatı .Kişi Bedeninden Ölümü tadmak sureti ile ayrıldığında Kabir hayatı boyunca Gerek dışarıda olan biteni gerekse Kabre konulduktan sonraki olan biteni bu hayatı süresince işitmeye ve algılamaya devam eder.Kabir hayatının başlangıcında iki sorgu meleği (Münker ve Nekir)gelir ve Ruhu sorguya alırlar .Bu sorgulamanın sonunda ruh ya kabir hayatına geçer veya Berzah alemine .Kabir alemindeki durumu Kıyametin kopmasına kadar sürer ve burada Cennetlik olan ve Cehennemlik olanlar birbirinden olabildiğince ayrıdırlar .

Peygamber bir hadisinde “kişinin kabri ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur “ der Berzah aleminde ise Şehitler, Ömrünü Allah yoluna vakf edenler ve Allahın sevgili kullarının serbestçe dolaştıkları ,birbirleri ile konuşabildikleri bir yer olarak bahsedilir .Ancak berzah alemi ile Kurandaki Berzah yani set engel kelimesi birbiri ile karıştırılmamalı .

İnanmayanlar için Allahın kuran da bahsettiği berzah daha farklı ele alınmesi gereken bir konudur r .Berzah set veya perde anlamına gelir ve kuranda üç yerde geçer .İnsanı ilgilendiren ayetler ise Mü’minun suresi 99-100.ayetlerdir. ,Allaha asi olmuş ruhlar pişmalıktan dünyaya geri dönmek istediklerini bildirdiklerinde önlerine konulan Berzah engelinden bahseder” 99-Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde diyecek ki : "Rabbim, döndür, döndür beni, döndür! “100 “Belki ben, o bıraktığımda (boşa geçirdiğim dünyada) iyi işler yaparım!" Hayır, hayır! Bu, onun söylediği boş bir sözdür. Ötelerinde ise yeniden diriltilecekleri güne kadar bir engel (berzah)) vardır.” denilmekte .

Bir hadiste Peygamber bedir savaşından sonra Müşrik cesetlerinin yanına giderek “Allahın sizlere vaad ettiği şeyleri gördünüz mü ?" diye sorduğu bilinmektedir .Bu bağlamda Beden ölmüş olsada Ruhun hayatta kaldığı ve bizleri duyduğu sonucuna varabiliriz . Peki Ruhlar dünyaya gelebilirlermi ? Benim fikrim Allaha asi olan ve Takvadan uzak olarak bedeninden ayrılan ruhlar dünyaya bir daha geri gelemez çünki onlar için kuranda Berzah engelinin olduğu bildirilmekte ki Allah Dilemedikce de bu ebgel kalkmaz .Bu bağlamda Günümüzdeki Medyumlar Falcılar ve ruhlarla konuştuğunu iddia edenler Şarlatanlıktan daha ileriye gidemeyen kişilerdir bu bağlamda .

İnsanlar öldüklerinde ruhları ahrete gidecektir .Ahir kelimesinin anlamı son demektir .Dünya hayatının sonu da denebilir bu bağlamda ahir aynı zamanda başlangıç demektir bu da kıyamete kadar olan sürede Berzah alemindeki bekleyiş diyede adlandırılır .Ancak Ali İmran suresinde Allahın Hidayeti ve takvası üzerine ölenlerin inanmayanlar gibi olmayacağı da ayrıca belirtilmektedir .

Son olarak söyleyebileceğim İnsan Öldükten sonra tekrar dünyaya dönme gibi bir şansı yoktur .Bu bağlamda Hayat yani Dünyadaki varlığımız Allaha İbadet etmek için yegane şansımız ve tek dayanağımızdır .Ölüm sonrasında Allaha ibadet söz konusu olmayacığına göre elimizdeki şansı olabildiğince iyi değerlendirilmesi şarttır bir zaruriyettir .



 İSLAMDA VE KURANDA KABİR AZABI VARMIDIR  

Değerli arkadaşlarım bugün sizlerle, bizlere öğretilen ama kuranda asla bahsedilmeyen, hatta bunun kabul edilmesi dahi kuran ayetlerine ters düşen bir konuda, yani kabir azabı konusunda konuşmak istiyorum. Bizlere bu konuda söylenenleri kuran ayetleri ile karşılaştırıp konunun mahiyetini birlikte araştıralım.
Yazımıza başlamadan evvel bu konunun gaibi bir konu olduğu, yani Yaradan ın bahsetmediği, açıklamadığı ve kendi katından konular olduğunu belirtmeliyim. Peki, Yaradan kuranda bahsetmediği böyle konular hakkında ne diyor, önce yine her zaman yaptığımız gibi kuran ayeti ile açıklamaya başlayalım. Araf suresi 33. ayet; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Değerli arkadaşlarım lütfen ayeti iyice okuyunuz. Ne diyor Yaradan, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şey hakkında, yine Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını yasakladığını çok açık bir şekilde belirtiyor. Bu ayeti yazının devamı sürecince lütfen unutmayalım. Şimdide kabir azabı konusunda söylenenler hakkında araştırma yapalım önce.
İnsanlar ölür ölmez kabir diye bir çukura konuyorlar. Hemen sonra munker-nekir melekleri geliyor, soru sormaya başlıyor: Rabbin kim? Dinin ne? Peygamberin kim? gibi sorular... Müslümanlar bu sorulara: Rabbim Allah, dinim İslam, Peygamberim Hz. Muhammed diye cevap veriyor. Kâfirler ise.- Hah, hah anlamadım diyorlar. (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi).)( Kabir, müminler için cennet bahçelerinden bir bahçe, kâfirler için ise cehennem çukurlarından bir çukurdur.) Önce şunu hatırlatalım ki bu sözleri kuran asla doğrulamaz ve bunlarla ilgili tek bir bilgide kuranda yoktur. Hele hele ayrıntılı melek isimleri ile hiç yoktur. Mezheplerde Kabirde kime soru sorulacağı konusu da tartışıla gelmiştir. Bu konuda Hanefiler arasında bile ittifak yoktur. Bir kısmı, Müslümanların çocuklarının da sorguya çekileceğini söylerken bir kısmı, Peygamberler, çocuklar ve şehitlerin sorgudan muaf tutulacağını söylemişlerdir. Müslüman çocukların kabirde sorgulanmasına rağmen cennete gireceği, kâfir çocuklarının ise durumunun daha karışık ve Müslüman çocuklarından farklı olarak "cennet ehline hizmetçi olacaklarına hükmedilmiştir." denilmektedir. Kabirlerde azabın nasıl olacağı da tartışılmaktadır. Cesede mi yapılacaktır. Ruha mı yapılacaktır, yoksa hem ruha hem de cana mı yapılacaktır? Bu durumda kabirde ruhların cesede dönmesi konusu gündeme gelmektedir. Tabii ki bu da tartışılmıştır. Kabirde ruhlar cesedin tümüne mi yahut bir kısmına mı, topluca yahut ayrı ayrı olarak mı iade edilecektir? Kabirde soru sorulma işi ruhların bedene iade olunmasından sonra olduğu iddia edilmiştir. Ehlisünnet azabın hem bedene hem ruha olduğu, bunun da ruhların bedene dönmesiyle olacağı inancındadırlar. Ayrıca İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür diye anlatılır. Ama tüm bu bilgiler nereden alınmıştır hiç bilinmez. Kabir azabı konusu Ehlisünnete göre iman edilmesi vacip olan konulardan biridir, ilmihal kitaplarında olsun, akaid kitaplarında olsun konu hep bu şekilde ortaya konmuştur. Bu konularla ilgili mezheplerin çok değişik inançları ve fikirleri vardır. Örneğin Cuma gecesi ve Cuma günü ve özel günlerde ölen asi bir insanın bu gecede kabir azabı kaldırılıp bir daha iade edilmez gibi düşüncelerde vardır. Bu konuyu daha fazla dağıtmadan kabir azabı ile ilgili hadislere de göz atalım.

-
Peygamberimiz mezarlıktan geçerken: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir" demiştir.
- İdrardan sakınınız, zira kabir azabının çoğu ondandır.
- Şüphesiz kabir ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü bu konaktan kurtulursa ondan sonrası daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa sonrası daha zordur.
- Hz. Peygamber Hz. Aişe'ye sordu: "Kabirde halin nedir." Kendisi cevap verdi: Ya Hümeyra şüphesiz kabrin mü'mini sıkıştırması, ananın çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker-Nekir meleklerinin soru sorması da; göz kamaştığı zaman ona sürme çekmek gibidir.
- Hz. Peygamber, Hz. Ömer'e: "Kabirde halin nicedir?" demiş. Hz. Ömer de- "Aklım başımda mı olacak ?’ demiş. Resulullah ‘Evet’ demiş. Hz. Ömer de ‘O takdirde hiç aldırmam’ cevabını vermiş.


Yukarıdaki hadisleri gördünüz. Yazıma başlamadan önce bir ayet örneği vermiş ve bu ayeti yazının sonuna kadar lütfen unutmayın demiştim. Yaradan asla kuranda bahsetmediği hatta bizlere detayları ile söylenen bu konunun doğruluğuna inanmamız sizce doğrumu? Örneğin melek isimleri dahi verilerek sorguya çekileceğimiz söyleniyor, ama bu kadar önemli bir konu niçin kuranda zikredilmemiş dersiniz? Bir soru daha akla geliyor bu melek isimleri nasıl öğrenilmiş? Rabbim kuran için ayetlerinde ne diyordu hatırlayalım önce. ( Enam sur.38: Biz bu Kitap'ta, herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. Onlar, sonunda Rableri önünde hasredilirler. İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Enam Suresi 114. Allah size Kitap'ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım?)

Demek ki Rabbim bu kitapta hiçbir eksik bırakmadığını ve her benzetmeden, konudan nice örnekler verdiğini ayrıca kuranı ayrıntılı kıldığını bizlere açıkça söylüyor. Önce kabir azabının kuran ayetlerine baktığınızda asla olamayacağını gösteren ayetleri sizlere hatırlatmak istiyorum.
( Nahl sur. 21. ayet: Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.) Demek ki bu ayete göre öldükten sonra yalnız mahşer günü diriliş var. Kabirde tekrar dirilip hesaba çekilmiş olsak mahşerde dirileceğimizi bilmemiz gerekir. (Dühan sur. 56.ayet: Orada, ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.) Bu ayetten de anlaşılıyor ki bizler öldükten sonra eğer kabirde dirilip hesaba çekildikten sonra yine öldürülecek, daha sonra mahşer günü diriltileceksek, iki kez ölüm tatmış oluruz. Buda bu ayete ters düşer. (İsra sur.52.ayet: Sizi çağıracağı gün, onu hamt ederek çağrısına derhal uyacaksınız. Ve sadece az bir süre kaldığınızı düşüneceksiniz.) Yüce Rabbimiz bu olayı da uykuya benzetir. Nasıl saatlerce uyuduğumuz halde zaman kavramını yitirip bir göz kırpması kadar uyuduğumuzu sanırız. Benzer şekilde öldükten sonra diriltilinceye kadar bir yokluk yaşarız. Eğer mahşer gününden önce bir hesap olsaydı kabirde, önce yapılanlar hatırlanacaktır. (Enam sur. 60. ayet: O, odur ki, geceleyin sizi öldürür. Gün boyunca neler yapıp neler kazandığınızı bilir. Sonra, belirlenmiş süre işletilip tamamlansın diye, gün içinde sizi diriltir. Nihayet O'nadır dönüşünüz. Sonra, yapıp ettiklerinizi size haber verecektir.) Bu ayete de lütfen dikkat ediniz. Ömür bittikten sonra dönüşümüzde yaptıklarımızın hesabı sorulacağını söylüyor. Hiçbir suçtan iki kez hesap sorulup iki kez ceza alınamayacağına göre demek ki hesap mahşer günü sorulacak olduğu anlaşılıyor. Şimdide bu söylediğimi doğrulayan ayetleri aşağıya yazıyorum, onları da okuduğunuzda konu daha da iyi anlaşılacaktır.


—Yasin sur.51.ayet: Nihayet Sur’a üfürülecek(Kalk borusu çaldığında). Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.
_Yasin sur.52.ayet: (İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın vaat ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! Derler.


Yukarıdaki ayetlerde de büyük bir şaşkınlık ve pişmanlık görülüyor. Ancak insanlar kabir azabı gibi bir ön hazırlık azabı çekseler hiçte şaşırmazlardı inkâr ettikleri şeylerin gerçek olduğuna. (İnfitar sur. 4.ayet: Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman.5. İnsanoğlu, ne yaptığını ve ne yapmadığını görür.) Ama kabir azabı inancına göre kişi zaten daha kabirde ne yaptığını ne yapmadığını görmüş bundan dolayı azaba ya da mükâfata tabi tutulmamış mıydı? Demek ki bu ayetten de anlaşılıyor öldükten sonra ilk hesap mahşer günü olacak. ( Adiyat sur.9.10: İnsan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi? ) Ama kabir hayatı inancına göre kalplerde olanlar mahşer gününden önce bir sorgulama ile ortaya çıkarılmıyor muydu? Demek ki bu ayetlere de ters düşüyor kabir azabını kabul etmek.( Ali imran sur. 185. ayet: Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.) Kuran ecirlerimizin kıyamet günü ödeneceğini söylerken Kabir hayatı inanışına göre ecirlerimizden (yaptıklarımızdan) dolayı kabrimizin cennet bahçelerinden bir bahçe olması ecirlerimizin kıyamet gününden önce ödeneceği anlamına gelmez mi? Demek ki bu ayetten de çok iyi anlaşılıyor, hesap görüleceği gün yalnız ve yalnız mahşer günüdür.
Şimdide kabir azabının var olduğuna delil gösterdikleri tek ayete bakalım isterseniz. ( Mümin sur. 45.46. ayetler: Allah, o adamı ötekilerin kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini de azabın en beteri kuşattı. Sabah-akşam, ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de şöyle denir: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun.) Bu iki ayete baktığımızda firavun ailesinin azabın en kötüsünü kuşattığını söylüyor. Bu azabın hem dünyada hem de ahi rette olacağını devamında da anlıyorsunuz zaten. Yaradan sabah akşam sözüyle sürekli, devamlı ateşe sunulacağını belirtiyor ve bu ailenin mahşer günü azabın en şiddetlisine sokun sözleriyle de açıklık getiriyor. Ayette bahsedilen sabah, akşam ateşe arz olunurlar sözünün kabirde olabileceği söylenerek kuran dan delil aranmıştır. Bunu söylemek diğer yazdığımız birçok ayetle çelişir. Ayrıca Yaradan yine kuran ın tümünü düşündüğümüzde bazı cezaların bu dünyada da verileceğini bizlere bildirmiştir. Bu demektir ki Rabbim firavun ailesine bu dünyada da azap vermiş olması mümkündür. İsterseniz bu sözlerimi yine kuran dan açıklayalım.( Ali İmran sur.56: Küfre sapanlar var ya, işte onlara dünyada ve âhirette şiddetle azap edeceğim. Hiçbir yardımcıları olmayacaktır onların. Tevbe sur. 55. ayet: Onların ne malları, ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azabetmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.74. ayet:….. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer yan çizerlerse Allah onlara dünyada da âhirette de acıklı bir azapla azap edecektir. Ve yeryüzünde onların ne bir dostu olacaktır ne de bir yardımcısı. Rad sur. 34. ayet: Dünya hayatında bir azap var onlar için; âhiret azabı ise çok daha şiddetlidir. Onları Allah'a karşı koruyacak kimse de yoktur.

Yukarıda yazdığım bazı ayetler de çok açıkça söylüyor ki Rabbim hem bu dünyada hem de ahirette yani mahşer günü cezalandıracağını çok açık ve net bildiriyor. Kabir azabına delil olabilecek mümin suresindeki tek ayetinde böylelikle doğru olamayacağı açıklanmış oluyor. Zaten Kuran ayetlerini bir bütün olarak almayıp içinden cımbızla sözleri aldığınızda asla ayetlerin anlaşılması da mümkün değildir. Bunu yapanlarda günümüzde olduğu gibi yanılgıya düşmekte ve İslam düşmanlarının ekmeklerine yağ sürmektedirler. Hıristiyanlar tüm bu ve buna benzer inanışları örnek verip, Kuranda İslam dinin de çelişki vardır diyerek bu yanlışlarımızı kullanmaktadırlar.
Konuyu toparlamak gerekirse yazımızın başında verdiğimiz bazı hadislere baktığımızda bunların ancak peygamberimizin üzerinden konuşulan hurafeler olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Örneğin peygamberimizin kabir azabının çoğunun İdrar dan sakınmamak olduğunu söylediğini görüyoruz. Ama Kuran ı ve tüm ayetleri bir an düşündüğümüzde, Rabbim in sizler için Kuran da her şeyden örnek verdim ve bu kitaptan sorumlusunuz ayetlerini hatırladığımda bu söylenen idrar konusu ve kabir azabı na inanmanın, Kuran ayetlerinden haberdar olunmadığını ve birçok ayetleri de dikkate alınmadığını görürsünüz. Çünkü kabir azabı asla Kuranda bahsedilmeyen bir konudur. Bunlar olsa olsa insanları korkutarak doğruya yönlendirmek adına sonradan uydurulan bidat lardır diyebiliriz. Yaradan ın adaleti, Kuran ın bütünü okunduğunda bir suçtan iki kez cezalandırmayı asla uygun görmez. Hatta bir suçun karşılığının bir cezası olduğunu söylediği gibi, yapılan bir iyiliğin ise kat kat sevap yazılacağını anlatır. Başak örneğinde olduğu gibi. İşte yalnız bu ayetleri hatırlayan birisi dahi kabir azabının doğru olmadığını Kuran dan anlar. Çünkü eğer kabirde bir suç için ceza verilirse, mahşer günü hesabın sorulacağını söyleyen Rabbim bir kez daha hesap sorup yine cezalandırması gerekir ki bu kuran adaletine, Rabbim in sözlerine, ayetlerine asla uymaz. Her insan istediği şeye inanmakta özgürdür ama yaradan ın ayetlerin sonunda söylediklerini lütfen unutmayalım. Ne diyordu; (Hâlâ düşünmüyor musunuz?", Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz, Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz.) İşte dostlar isteyen aklını çalıştırır, isteyen çalıştırmaz birilerinin ardından gider. Tüm yaptıklarımızın sonucunu, geri dönüşü olmayan yolda alacağımız için daha önce biraz aklımızı çalıştırmanın daha mantıklı olacağını ve bizlere daha çok yararlı olacağını düşünüyorum. Rabbim yardımcımız olsun. Rahman a emanet olunuz. Dilerim Rabbimden bizlere kuran gerçeklerini görmemizi nasip etmesi dileğiyle. SAYGILARIMLA Halukgta.


NOT: Bir arkadaşım benim yazdığım yazılar için, insanların akıllarını karıştırıyorsun demişti, doğrusu çok üzülmüştüm. Hâlbuki yazdığım tüm yazılar ve verdiğim örnekler kuran ayetlerindendi tıpkı şuanda olduğu gibi. Beni kafa karıştırmakla suçlayan kardeşimizin bu sözünden sonra şöyle düşündüm; İnsanları kuranda olmayan şeylere iman ettirerek insanların kafalarını öyle karıştırmışlar ki, kuran gerçeklerini söyleyip insanları uyardığınızda apaçık deliller gösterdiğinizde dahi kafa karıştıran olarak itham ediliyorsunuz. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki işimiz çok zor. Doğrular yanlış, yanlışlar doğru kabul edilir olmuş. ALLAH YARDIMCIMIZ OLSUN.



Değerli Kardeşimiz;

Kuranı Kerimden sonra hadisi şerifler ikinci kaynak olarak görülmektedir. Ayrıca hadislerin yazılması Peygamberimiz zamanından itibaren başlanmıştır. Kabir azabı hakkında da bir çok hadis rivayet edilmiştir ki bu kadar hadisin doğruluğunu inkar etmek elbette mümkün değildir.

 

Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede; "Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun" (el-Mümin, 40/46) buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber efendimiz; "Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder" (İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır (Buhârî, Tefsîr, sure: 14).

 

Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir.

 

Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.

 

Hz. Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur" (Tirmizî, kıyamet, 26).

 

Başka bir hadiste de şöyle buyurur: "Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir. Bunun üzerine melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et" derler. Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder" (Tirmizi Cenâiz 70).

SORU

Ruhlar biz uyurken ruhlar alemine gidiyorlar mı?



CEVABIMIZ

Değerli Kardeşimiz;

İnsan beden (vücut) ve ruhun birleşiminden oluşur. Beden et ve kemik olan aslı toprak olup, topraktan gelen kimyasal ve fiziksel değişime uğramış proteinler sayesinde yaşayan, ölünce yine toprak olacak olan bir yapıdır.

Ruh ise Allah’tan gelen, vücudu canlı, gören, hisseden kılan ilahi bir emirdir.

Ölü bir insan düşünelim. Eli, kolu, beyni, gözleri, kalbi... vücudu tam olarak yerindedir. Bu insana fıkra anlatsak, bilmece sorsak, korkunç hikayeler anlatsak, hüzünlü olaylar anlatsak ... bir tepki verir mi bu ölü insan.

Canlı iken her fıkraya gülen, hüzünlü her olaya üzülen, korkan, sevinen, üzülen bu insana ne olmuştur. Daha doğrusu can alıcı soru şu: Ölürken bedendan eksilen nedir ki o olmayınca neşe, sevinç, hüzünde ... olmuyor. İşte o ruhtur.

Demek ki duygularımızı var eden, hissiyatın kaynağı olan ruhtur. Yoksa sevinme, üzülme, fikir, düşünce... gibi kavramları, kuru bir vücut organları arasındaki elektrik akımı ile izah etmek imkansızdır. Ruhla duygu vardır. Ruh emaneti geri alınınca, duygu, his, düşüncede... vücudu terk eter.

Rüya esnasında ruh bedenden ayrılmamaktadır. Ruh bedenden ayrılmadan da başka yerlerde bulunabilme özelliğine sahiptir. Nitekim nefislerini terbiye etmiş insanların ruharı bir anda bir çok yerde bulunabilmektedir. Abdulkadiri Geylani Hazretleri aynı anda kırktan fazla yerde görülebilmiştir.

Rüyada da insanın ruhu yine cesede bağlıdır. Ancak rüyada farklı yerlerden ve alemlerden pencereler açılır ve ruh o pencereden o alemleri seyreder. Başka insanların ruhlarıyla görüşebilir.

 

Uyku, insan için mühim bir ihtiyaç olup Cenâb-ı Hakk, gündüzü maîşet temini için çalışma, geceyi de uyku ve dinlenme vakti olarak yaratmıştır. Uyku bir yokluk değil dinlenme vaktidir.


SORU Kalu beladaki ruhların hepsi birbirine eşit miydi? Birbirlerine herhangi bir alanda üstünlükleri var mıydı? Akıl, öfke, mutluluk, üzülme vb. latifeler ruhun özellikleri midir?
Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

- Allah’ın varlığı, birliği, rububiyeti vs gibi imtihanın temel sorularını kavramakta, bütün ruhların aynı donanıma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, bu temel fonksiyonun dışında kalan sahalarda aralarındaki farkların olduğunda şüphe yoktur. Bir peygamberin ruhu ile, normal bir insanın ruhu arasında farkların olması tabiidir. Bu farklılık, imtihanın temel esprisine aykırı olmadığı için, adalet anlayışını zedeleyecek bir durum değildir. Bilakis, peygamberlerin ruhunda, fetanet, sadakat, feraset, iffet, adalet, sabır, şecaat, zekâ, akıl gibi vasıflarda diğer insanlardan farklı bir düzeye sahip olmaları –görevleri açısından- zorunlu bir pozitif ayrımcılık çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bu hususun, diğer insanlar için de geçerli olduğunu dünyada cesede bürünmüş ruhların dışa yansıyan tutum ve davranışından da anlamak mümkündür.

- Akıl, öfke, mutluluk, üzülme vb latifeler ruhun özellikleridir. Mücerret/soyut birer ruhanî olan meleklerin akıllı, şuurlu olmaları, sevinip sinirlenmeleri bu gerçeğin bir ifadesidir.

“Ey iman edenler! Hem kendinizi, hem de ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun. Zalimleri bekleyen bu ateşin başında, Allah’ın emirlerine asla karşı gelmeyen ve kendilerine verilen her emri itirazsız ve eksiksiz yerine getiren son derece acımasız, sert ve güçlü melekler olan zebaniler vardır”(Tahrim, 66/6) mealindeki ayet, meleklerin şuurlu-akıllı bir varlık olduğuna delalet ettiği gibi, onların Allah adına kâfirlere karşı pek sert ve öfkeli olduklarına da işaret etmektedir.

Lut kavmini helak eden meleklerden söz eden ayetlerden de aynı manayı anlayabiliriz(bk. Hud: 11/81-83; Hicr: 15/59-61; Muhammed: 47/27).

“Bizim önünde boyun eğeceğimiz biricik efendimiz, yöneticimiz ve Rabb’imiz, Allah’tır!” diyen ve sonra da, bu söyleme uygun dosdoğru bir hayat yaşayan kimselere gelince, onların üzerine öbek öbek rahmet melekleri inecek ve kendilerine şu ilâhî müjdeyi verecektir: “Korkmayın, üzülmeyin; size Allah tarafından söz verilen cennet müjdesiyle sevinin!”(Fusilet, 41/30) mealindeki ayette, müminlere cennet müjdesiyle sevinmelerini söyleyen meleklerin bu ifadelerinden onların da bu sevinç ve mutluluğa ortak olduklarını hissetmek zor olmasa gerektir.

Aşağıdaki hadis-i şerifte de meleklerin hem sevgi hem de öfkeye sahip olduklarını görmekteyiz: Ebu Ümame anlatıyor: Hz. Peygamber(a.s.m) şöyle buyurdu: “Allah bir kulunu severse Cebrail’e ‘Ben filanca adamı seviyorum, siz de onu sevin’ buyurur. Böylece yeryüzünde ona karşı sevgi seli meydana gelir. Eğer Allah bir kuluna buğz ederse, Cebrail’e “Ben falanca adama kızgınım, siz de ona buğz edin’ diye buyurur. Bunun üzerine Cebrail ‘Muhakkak ki Rabbiniz falanca adama buğz ediyor, siz de ona buğz edin(kin besleyin, ondan gücenin, ona öfkeyle bakın)’ diye çağrıda bulunur. Böylece yeryüzünde onun üzerine buğz/kin ve nefret sel gibi akar”(bk. Mecmau’z-Zevaid, 10/271)

Ebu Hureyre’den gelen rivayet ise şöyledir: “Muhakkak ki, Allah bir kulunu severse Cebrail’e ‘Ben filanca adamı seviyorum, sen de onu sev’ buyurur. Bunun üzerine Cebrail onu sever ve göktekilere şu çağrıda bulunur: ‘Allah falanca kulunu seviyor siz de onu sevin.’  Böylece göktekiler de onu sever ve ardından yeryüzünde ona karşı makbuliyet/ saygı-sevgi seli meydana gelir. Eğer Allah bir kuluna buğz ederse, Cebrail’e “Ben falanca adama kızgınım’ diye buyurur. Bunun üzerine Cebrail de ona karşı kin besler ve göktekilere de şu çağrıda bulunur: ‘Muhakkak ki Rabbiniz falanca adama buğz ediyor, siz de ona buğz edin(kin besleyin, ondan gücenin, ona öfkeyle bakın)’ diye çağrıda bulunur, onlar da ona kin beslerler ve ardından da yeryüzünde ona karşı buğz/kin ve nefret oluşturulur”(bk. Ahmed b. Hanbel, 2/413; Kenzu’l-Ummal, h. No: 37060).

- Bu ayetler ve hadisler açıkça söz konusu özelliklerin ruha ait olduğunu göstermektedir. Şu kadar var ki; İnsan ruhu, adı geçen akıl ve duyguları beraberinde bulunduğu cesedin pencerelerinden seyreder. Buna göre, ruh göz, kulak pencerelerinden görür, işitir; gönül penceresinden sevinir, duygulanır; sinir penceresinden gerginleşir vs. Melekler cismaniyete sahip olmadıklarından insanların hissettikleri bir çok şeyi hissedemiyorlar.



Denizde boğulanın şehit olacağı söyleniyor. Cesedi, bulunamayan ölülerin kabir azabı

Cevap 1Bu kişi intihar ederse şehid olmaz


Cevap 2

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir Kabir azabı ve sorgu sual ruha da yapılacağı için kişinin cesedi kabirde olmasa bile kabir azabı ve sorgu suale tabi olacaktır Zaten cesetler toprağa gömülse bile, belli bir zaman sonra çürüyebilmektedir Bu açıdan kabir hayatını, sorgu suali, mükafat veya cezayı toprağa konulan cesede bağlamamak gerekir



Ölüm ruhun bedenden ayrılma olayıdır Ölen ruh değil, bedendir İnsan ise asıl olarak ruh demektir Beden onun hanesi yahut elbisesi hükmündedir Elbisenin değişmesiyle, yahut parçalanması, yok almasıyla kişinin varlığına bir zarar gelmez Bu dünya hayatında bize bu bedeni giydiren ve kainatla olan münasebetimizi böylece kuran Rabbimiz, bizi bu alemden göç ettirdiğinde ruhumuzu bu elbiseden ayırmakta, bu binadan çıkarmaktadır

Ölüm yokluk değildir Daha güzel bir alemin kapısıdır Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor

Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor Biz onu görmesek te inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor Fakat var olmaya devam ediyor Cenab-ı Allah Ruh’a münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor

İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir: Dinin nedir?" diye sorarlar İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir (bk ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc Kamil Miras, Ankara 1985, IV 496 vd)

Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır Bir ayet-i kerimede; "Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun" (el-Mümin, 40/46) buyurulur Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır Peygamber efendimiz; "Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder" (İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır (Buhârî, Tefsîr, sure: 14)

Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir

Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz Peygamber (sas) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu Bunun üzerine Resulullah (sas) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır

Hz Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur" (Tirmizî, kıyamet, 26)

Başka bir hadiste de şöyle buyurur: "Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (sas) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir "O, Allah'ın kulu ve Resuludur Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir Bunun üzerine melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve uyu " derler O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et" derler Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (sas) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum Başka bir şey bilmiyorum Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir Yer de sıkıştırmaya başlar Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder" (Tirmizi Cenâiz 70)

Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur: "Allah yolunda öldürenleri, sakın ölüler sanmayın Bilâkis onlar diridirler Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar" (Âlu İmrân, 3/169), "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin Bilâkis onlar dirildirler Fakat siz farkında değilsiniz" (el-Bakara, 2/154)

Kabir azabının hem rûha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe şayandır Ancak bu azabın toprağa konulan bedene değil, bedenden ayırlan ruhun kabir alemine uygun olarak yeni giydiği latif bedenine azap edilmektedir Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk, gülsuyunun güle sirâyet ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet eden bir cevher olduğunu söylemişlerdir (Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc Y Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s 259) Ayette şöyle buyurulur: "De ki ruh, Rabbimin bildiği bir iştir Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir" (İsrâ, 17/85)

BEDENİN ÖLÜMÜ

Ölüm anında ruh, bu dünyadaki insanların içinde yaşadıkları boyuttan ayrılırken, geride cansız bedenini bırakır. Deri değiştiren canlılar gibi, bu dünyadaki bedenini geride bırakır ve asıl hayatına doğru ilerler.

Ancak geride kalan bedenin hikayesi de anlamlı ve önemlidir. Özellikle bu bedene hayattayken gereğinden fazla değer verenler için.

Peki öldükten sonra bu bedenin başına neler geleceğini ayrıntılı olarak düşündünüz mü hiç?

Bir gün öleceksiniz. Belki hiç beklenmedik bir şekilde. Ekmek almak için bakkala giderken yolda biraraba tarafından çiğneneceksiniz. Ya da amansız bir hastalık hayatınıza son verecek. Veya bir anda kalbiniz atmaktan vazgeçecek.

Böylece ölümü tatmaya başlayacaksınız.

Bu andan itibaren de, bedeninizle hiçbir ilişkiniz kalmayacak. Hayat boyu "ben" dediğiniz ve sahiplendiğiniz o beden, sıradan bir et parçası haline gelecek. Ölümünüzle birlikte bedeninizi başka insanlar taşımaya başlayacaklar. Etrafta ağlayanlar, "daha dün buradaydı", "dağ gibi adamdı" diyenler olacak. Sonra o bedeni alıp evin bir odasına, belki de morga koyacaklar. Orada bir gece bekleyecek. Ertesi gün gömme işlemleri başlayacak. Cansız bedeni alıp gasilhaneye götürecekler. Görevli, kaskatı kesilmiş olan bedeninizi soğuk suyla yıkayacak. Ancak bu aşamada ölümün izleri de bedende aşikar hale gelecek. Morarmalar başlayacak.

Daha sonra bedeni beyaz bir bezle, kefenle saracaklar. Sonra da tahta tabuta koyup üstüne yeşil bir örtü örtecekler. Cenaze arabası gelecek, tabutu devralacak. Araba mezarlığa doğru ilerlerken, yolda hayat devam edecek. Bazı insanlar cenaze geçiyor diye saygı gösterecek, çoğu kendi işine bakacak. Sonra mezarlığa gelinecek. Tabut, sizi sevenler ya da seviyor gibi görünenler tarafından ellerde taşınacak. Etrafta muhtemelen yine ağlayanlar, sızlananlar olacak. Sonra o kaçınılmaz yere, mezara gelinecek. Üstünde sizin isminiz yazılı... Bedeni tabuttan çıkarıp beyaz kefenle birlikte mezarın içine atacaklar. Dualar okunacak. Ve sonra son iş yapılacak. Ellerine kürek alanlar, beyaz kefenin içindeki bedenin üzerine toprak atmaya başlayacaklar. Kefenin ağzını açıp içine de toprak atacaklar. Ağzınıza, burnunuza, boğazınıza, gözlerinize topraklar dolacak. Topraklar yavaş yavaş kefeni örtecek. Biraz sonra işleri bitecek ve gidecekler. Mezarlık her zamanki derin sessizliğine bürünecek. Gidenler, kendi hayatlarına geri dönecekler, ama gömülen beden için artık hayatın hiçbir anlamı kalmamış olacak. Dünyadaki hiçbir güzellik, hiçbir güzel ev, güzel insan, güzel manzara artık o beden için bir şey ifade etmeyecek. Bedeniniz, hiçbir dostunuzla artık görüşemeyecek. Beden için var olan tek şey, artık yalnızca toprak ve onun içindeki bakteri ve kurtlar olacak.

Öldükten Sonra Ne Hale Geleceğinizi Hiç Düşündünüz mü?

Zaten gömülmenizle birlikte bedeniniz hem içten hem de dıştan gelen etkilerle hızlı bir parçalanma sürecine girecek.

Vücutta oksijen kalmayacağından, bir süre sonra mikroplar faaliyete geçerek bedene yayılacaklar.

Karında toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu şişlik vücudun her tarafına yayılarak, bedeni tanınmaz hale getirecek.

Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağızdan ve burundan kanlı köpükler gelmeye başlayacak.

Çürüme ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri ve tabanlar yerlerinden ayrılacaklar.

Bu dış değişmeyle beraber, iç organlarda da (akciğer, kalp ve karaciğerde) çürüme başlayacak.

En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan gazlar deriyi zayıf noktasından patlatacaklar ve bedenden tahammül edilmez derecede pis kokular yayılacak. (Ölü insan kokusu, dünyanın en iğrenç kokusudur.)

Bu süre içinde kafadan başlamak üzere, adaleler de yerlerinden ayrılacak.

Cilt ve yumuşak kısımlar tamamen dökülecek ve iskelet gözükmeye başlayacak.

Beyin tamamen çürüyecek ve kil görünümünü alacak, kemikler bağlantılarından ayrılacak ve iskelet dağılmaya başlayacak...

Bu olay, ceset bir toprak ve kemik yığını haline gelene kadar böylece devam edecek.

"Ben" sandığınız bedeniniz böylelikle korkunç ve iğrenç bir şekilde yok olacak. Geride kalanlar sizin için "helva"lar yapıp yerken, topraktaki tüm kurtlar, böcekler ve bakteriler sizin etlerinizi kemirecekler.

Eğer bir kaza sonucunda ölür de, gömülmezseniz, o zaman çok daha feci bir manzara ortaya çıkacak. Bedeniniz, sıcak havada açıkta kalmış bir et gibi, kurtlanacak, birkaç gün içinde bir kurt yumağı haline dönüşecek. Kurtlar, son et parçasını da yiyene kadar iskeletin kıvrımları arasında dolaşacaklar.

Böylece "en güzel bir biçimde" yaratılmış olan insan hayatı, olabilecek en korkunç biçimde sona erecek.

Peki neden?

İnsan vücudunun öldükten sonra bu hale getirilmesi Allah'ın dilemesiyledir. Ve bunun çok büyük bir anlamı vardır. İnsan, kendisinin aslında beden olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine giydirilmiş geçici bir kılıf olduğunu, bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedenin ötesinde bir varlığı olduğunu hissetmelidir. Kendini "et ve kemikten" ibaret sanan insana, bunun bir aldanış olduğunu kavratmak için böyle çarpıcı ve ibret verici bir son hazırlamıştır.

İnsan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. O beden toprağın altında çürüyecek, kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir.
 


Kabir Azabı
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. 


Kabir azabının aslı, Dünya sevgisidir. Fakat şiddet derecesi ayrıdır. Azlığı, çokluğu Dünya sevgisine göre değişir. Azap, kalbin Dünyaya bağlanmasının sonucudur. 


Kafirlerin kabir azabı, kıyamete kadar devam eder. Yalnız cuma ve Ramazan günleri kalkar. İtaat erbabı için kabir azabı yoktur. Ancak kabrin şiddet ve azametini hisseder. Asilere gelince bunlar için kabir azabı vardır. Ancak kıyâmete kadar devam etmez. Cuma günleri kalkar. Hatta cuma gecesi ölen asi, bir saat kabir azabı görür. 
Resulullah (a.s) buyuruyor:

Kabir ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir. 

Kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir. 
Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. 

Manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!. 
Resulullah (a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" buyurmuşlardır.

Kabir Hayatı

Kabirlerde bulunan kimselerin tamamı "Berzah" hayatı ile diri olup; 

Bilirler, 

Akıl ederler, 

Duyarlar, 

"Hiç şüphe yok ki, ölü defnedilip arkadaşları, yanından ayrıldıkları zaman; yanından ayrılırken cenazesini kaldırıp kendisini ahirete yolcu edenlerin ayak seslerini işitir. (6) 
Peygamber efendimiz (s.a.v) Bedir'de öldürülen kâfirlerin içi taşlarla örülmemiş bir kuyuya atılmasını emretti. Ölümlerinden günlerce sonra gelip başında durdu ve son ferdine kadar, onları teker teker ey falanca oğlu falan şeklinde, isimleri ve babalarının isimleri ile çeğırarark onlara şöyle buyurdu: "Siz Rabbinizin size va'dettiği azabın hak olduğunu gördünüz mü? Hiç şüphe yok ki ben; Rabbimin bana va'dettiği zaferin hak olduğunu gördüm." Bunun üzerine Hazret-i Ömer; "Yâ Resulallah! Sen, leş olmuş bir kimselerle mi konuşuyorsun, dedi". Bunun üzerine Peyganber Efendimiz de cevaben : " Beni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki siz, beni onlardan daha iyi duymuyorsunuz dedi." (7)

Görürler,

Kendilerini ziyaret edenleri tanırlar, 

Herhangi bir kul kardeşinin kabrini ziyaret edip yanında oturursa, kalkıncaya kadar, o ölü onunla arkadaşlık eder ve ona karşılık verir. (8)

Selam verenlerin selamlarını alırlar, 

Bir adam, tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiğinde, ona selam verirse, selmını alır. Bir adam da tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiği zaman selam verirse o da, onun selamını alır. (9)

Birbirlerini ziyaret ederler, 
Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü onlar, kabirlerinde birbirlerine karşı iftihar ederler ve birbirlerini ziyaret ederler. (10) 

Dirilerden kendilerine ulaşan kötü haberlere üzülürler, 
Hiç şüphesiz ölüye; evinde eziyet veren şey, kabrinde de eziyet verir. (11) 
Amelleriniz, ölülere bildirilir, güzel birşey görürlerse sevinirler. Kötü birşey görürlerse; Allah'ım! Onlaru tâatına geri çevir derler."

Dua ederler, 
Ölülere hayatta olanların amelleri onlara bildirilir, hayırlı bir iş görürlerse Allahü Teâlâya hamd edip sevinirler ve o hayrı yapanın hayırlı işlerinin artması ve hayırlı işlere devam etmesi için dua ederler. Kötü bir şeyle karşılaşırlarsa onları yapanlar için Allahü Teâlaya dua edip şöyle derler: "Allah'ım! Onları tâatına geri çevir ve bize hidayete erdirdiğin gibi, onları da hidayete erdir. " (5) 
Tasarrufları vardır, 
Allahü Teâlanın kudretiyle çok büyük işler yaparlar. Peygamber efendimiz, Hazret-i Cafer'in öldürülmesinden sonra bir gün şöyle buyurdu: "Bişe halkına, yağmurun yağacağını müjdeleyen meleklerin içinde Ca'fer'i tanııdım." (14)

Nimet görürler, 
Nimet ve azab hem ruha hem vücuda olacaktır. Berzah aleminde bazıları ikram görürler: kabirlerinde taptaze olarak namaz kılarlar, hac yaparlar.

Azab edilirler. 
Peygamber efendimiz (s.a.v) kabir azabı ile ilgili şöyle buyuruyor: "Ölüleriniz defnetmeme endişem olmasydı; işitmekte olduğum kabir azabını, size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim. (12) 
Kabir Ziyareti 
Bir sohbet esnâsında Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretlerine talebelerinden biri kabir ziyâreti hakkında bir soru sorunca buyurdu ki:

Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. "Ölü yardım yapamaz." diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta yapmaktadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hâtırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; "Ey Allahın velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol." demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah'tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak edilmemiştir. Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır. Evet, evliyânın bir kısmı öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır. Evet bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, velî yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu ileri sürerek, İslâm âlimlerine, âriflere dil uzatılmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret olunanın hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her müslüman bilir ve inanır

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol